Avrupa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Avrupa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ocak 2015 Pazartesi

Avrupa’da Bedava Yürüyüş Turları


Tüm uğraştırıcı vize prosedürlerine rağmen, AVRUPA hemen herkesin gidip gezmekten vazgeçemediği, gezi rotalarının en bilindik durağıdır. Derin tarihi ve mimarisiyle hep çekici bir tarafı vardır ve yollarımız da sıkça düşer Avrupa ülkelerine. Ama çoğu zaman önünde durduğumuz bir binanın, bir köprünün ve yahutta bir sarayın önemini bilmeden, tarihteki ilginç hikayesini dinleyemeden fotoğraflarımızı çeker döneriz evlerimize. Halbuki geçmişte neler yaşanmıştır tam da durduğumuz o noktada, bilmek, gezilerimizi bilgiyle doldurmak, görmek kadar öğrenmek de güzel olmaz mı?

Elbette bilgiye ulaşmak artık çok daha kolay… Gezi kitapları, dergiler ve internet sayesinde aradığımız bilgilere kolayca ulaşabiliyoruz… Ama tarih konusunda ilgili ve bilgili biri gelse, canlı canlı kaynağında anlatsa şu hikayeleri fena da olmazdı. Hem şehrin en önemli noktalarını gezdirsin, bu noktaların tarihteki önemini, orada neler yaşandığını anlatsın bize, hem de bedava olsun… Kulağa hoş gelmiyor mu sizce de? Gerçekten hoş ve keyifli olurdu ve bir çok şehirde böyle bedava yürüyüş turları da mevcut. Ben size bizim üç ayrı destinasyonda deneyimleyip cok memnun kaldığımız bir kuruluştan SANDEMANs New Europe Tour'dan bahsetmek istiyorum.

22 Kasım 2013 Cuma

Kışın keyifli anları: NOEL PAZARLARI

(alm:Weihnachtsmarkt tür: Noel)
Foto: in.Stuttgart / Stuttgart-Marketing GmbH
Hiç unutmam iş hayatına atıldığım ilk yıllardı, kurban bayramı kara kışa denk gelirdi o zamanlar. İş hayatının yoğun temposundan yorgun düşmüş hemen herkesin tek keyfi, bayram tatilini fırsat bilip Avrupa’ya kaçmaktı. Herkes döndüğünde fotoğraflara bakılırdı, ama fotoğraflarda neredeyse arkadaşınızı bile seçemezdiniz. Zira dondurucu soğukta bir tek gözler görünecek kadar sarınmış arkadaşınızın ya gözlerini çok iyi tanımanız ya da gardırobunu biliyor olmanız gerekirdi. O zamanlar da, daha sonra ansızın o soğuklarda yaşamaya başladıktan sonra da savunduğum tek bir şey vardı. O da "Avrupa’ya kışın gitmeyiniz efendim (orta ve kuzey Avrupa için geçerli)". Avrupa’nın ilkbaharı, yazı, sonbaharı pek güzeldir, ama kışı soğuktur işte. Kışın neden ısrarla donmak istersiniz ki? Sonradan düşününce evet pek tabi kışın da gidilebilir dedim kendi kendime. Avrupa’yı kışın da güzel gösteren en azından donduğunuza değecek bir takım aktiviteler var elbette. Örneğin Noel hazırlıkları ve Noel pazarları…

12 Kasım 2013 Salı

Güle Güle SONBAHAR


Geçmiş blog yazılarına şöyle bir göz attım da, elim kaleme son olarak ilkbahar için değmiş. Bu esnada ilkbahar bitti, yaz geldi ve dolu dolu tükettik yazı da. Ardından sonbahar gösterdi yüzünü, şimdi o da geçip gidiyor bile. Zaman ne kadar da hızlı akıyor geyiği yapmayacağım:), en azından bu yazıda, yoksa 30‘undan sonra zaman cidden çok hızlı geçiyormuş.

Ben en çok yazı severim, ardından ilk baharı… Aslında kış çocuğuyum ama güneşsiz yapamıyorum. Güneşe olan bağımlılığımı ise Almanya’ya taşındıktan sonra çok daha iyi anladım… En ufak bir güneş hüzmesi görünce dört duvar arasında kalmayıp/kalamayıp, soğuk da olsa dışarı atmaların ardı arkası kesilmeyince, tescillenmiş oldu benim güneş sevdam. Bir nevi günebakan diyebiliriz elbette:)

25 Nisan 2013 Perşembe

Hollandalılar AMSTERDAM’ı Yarattı


Hollandalılar, ülkenin coğrafyasından ötürü yüzyıllar boyunca doğayla mücadele etmek zorunda kalmış, su baskınlarından korunmak ve güvenli yaşamak için çareler arayıp durmuşlar… Suyun toplanmasını engellemek için kanallar, suyu boşaltmak için yel değirmenleri inşa etmiş ve neredeyse tüm ülkeyi duvarlarla koruma altına almışlar. Hollandalıların yüzyıllar süren bu çabasını ve sonucunda elde ettikleri başarıyı en iyi ortaya koyan söz yine Hollandalıların kendi söyledikleri Tanrı Dünyayı, Hollandalılar ise Hollanda’yı yarattı atasözüdür.

Deniz seviyesinin altında olan ülkede, 12. yüzyıl sonlarına doğru Güney Denizi’nin (hol: ZuiderZee) ilerlemesine engel olmak için Amstel nehri kenarına bir baraj kurulur. Amstelredam yani Amstel Barajı… İşte Amsterdam’ın bilinen tarihi, bu baraj ve barajın üzerindeki küçük balıkçı kasabasıyla 13. yüzyıldan itibaren başlar. Zamanla isim değişikliğe uğrayıp Amsterdam olur ve şehrin yerleşimi yoğunlaştıkça yeni kanallar açılır, kanallar inşa edildikçe şehir büyümeye devam eder..

28 Eylül 2012 Cuma

Almanya'nın güneşi en bol şehri, FREIBURG*

Almanya'nın bir çok şehrinde doğa ve tarih hep içiçedir… Bir tarafta mimari, bir tarafta parklar, bahçeler ve hatta ormanlar... Kaosa alışmış gözlerimizin fazla düzeni yadırgamasından mıdır bilinmez ama, ilk görüşte kan kaynamaz bu şehirlere nedense ve sanki birşeyler eksik gibi gelir. Halbuki Freiburg farklıdır, cıvıl cıvıldır, hareketlidir. Her şeyden önce genç nüfusun çoğunlukta olduğu bir üniversite kenti ve Almanya'nın en güneşli şehridir. Aslında işin özü Freiburglular yaşamayı ve her daim şehrin sunduğu güzelliklerin keyfini çıkarmayı çok iyi bilirler. Her karışta, kaldırım duvar demeksizin soluklanan, hatta güneşlenen insan grupları vardır. Yer mekan önemli değildir, Freiburglular her yerde mutludur. Kanımca Freiburg'u daha da güzel yapan, mutlu insanlarıdır bu şehrin… 

12 Haziran 2012 Salı

Fransa'nın Gizli Cenneti, COLMAR


Cennet! Evet cennet gibi bir şehir Colmar... İlk olarak otoparklardan eski şehre giriyor ve araba yollarına yakın dolanıyorsanız, "nasıl, burası mı cennet?" diyebilirsiniz. Zira bize öyle olmuştu. Elimizde haritamız olmadığı için eski şehrin etrafından dolanıp durmuşuz, ama sonunda ayaklarımız bizi eski şehre getirdiğinde meydanlar cıvıl cıvıl ve insanlarla doluydu, keyfimizin yerine gelmesi uzun sürmedi.

Daha önce Colmar'ı Open Travel (http://opentravel.com/blogs/fairytale-destinations/) sitesinin yayınladığı Masalsı Destinasyonlar listesinde görmüştüm. O andan itibaren Freiburg ile komşu olan bu cennet şehir gezi listemize eklenmiş oldu.


31 Mayıs 2012 Perşembe

Akdeniz'in 300 günü güneşli kenti, MARSILYA



Annecy'den sonra direksiyonumuzu Güney Fransa'ya yani Provence-Alpes-Côte d'Azur bölgesine çevirdik. Akdeniz'in 300 günü güneşli şehri, Marsilya’ydı bu sefer hedefimiz…

Kimi zaman yağmurlu kimi zaman güneşli yolculuk boyunca (kullandıgımız yolun adı Autoroute du Soleil  - Günes yolu idi), güneye doğru ilerledikçe tanıdık ve bir o kadar da görülmesi gereken yerler birer birer tabelalarda kendini gösteriyordu; Grenoble, Orange, Avignon... Hatta bir ara tamamen taş evlerden oluşan kücük bir yerleşim dikkatimizi çekti, o kadar ki dönüş yolunda uğranmalıydı. Sonradan öğrendik ki burası Mornas'mış. 

20 Nisan 2012 Cuma

Fransa'nin Venedik'i, ANNECY

Dört günlük Paskalya tatili geldi çattı, iş yoğunluğu koşuşturmaca derken son güne kadar evde kalıp kalmayacağımız belli değildi. Tam da bu sırada Mart başından beri bize harika bir bahar yaşatan hava, yapacağını yapmış ve Avrupa'nın üstüne kara bulutlarını salıvermişti. Meteoroloji 4 günün de Stuttgart semalarında karanlık geçeceğini söylemesiyle, son dakikada arabayla ulaşabileceğimiz güneşli bir yerler aramaya başladık. İki seçeneğimiz vardı. Hırvatistan - Pula ya da Fransa - Marsilya... 300 günü güneşli Provenz şehri, Marsilya ağır basınca, Perşembe akşam kararımızı verip Cuma sabah apar topar düştük yollara. Haritaya göre en kısa yol İsviçre üzeri 918 km'ydi. Hem kısa hem de ekonomik olarak daha avantajlı bir yoldu bu. Çünkü ne kadar az Fransa'nın paralı otobanlarında olursak o kadar iyiydi, tabi ki bütçemiz için;). İsviçre'den bir kere alınan vinyet bir yıl geçerli oluyorken, Fransa otobanları tek seferlik geçiş için deve yüküyle para istiyor. 

26 Mart 2012 Pazartesi

Balkanların Incisi, MOSTAR

Ne zaman gittik, gezdik, gördük : 2-3 Ağustos 2011

Balkanlar Rotamızın birinci durağı; Plitvice Gölleri ve ikinci durağı Split yazılarını okumak için
http://gezgindirgezeninadi.blogspot.de/2012/02/dogal-cennet-plitvice-golleri.html
http://gezgindirgezeninadi.blogspot.de/2012/02/dalmacya-kylarnn-en-buyuk-sehri-split.html

Split'te gezimizin ardından tekrar düştük yollara, hedefimiz Balkanların incisi Mostar'dı bu sefer. Hırvatistan'dan sorunsuzca çıktıktan 1 saat sonra Mostar'a giriş yapmıştık bile. Daha ilk adımımızda içimizin bu kadar hüzünle burulacağını hiç beklememiştik, ama Hırvatistan'da dahi gördüğümüz kurşunla delik deşik olmuş evlerden burada daha fazla vardı haliyle. Bu manzara karşısında insan birden geçmişi gözünde canlandırmaya çalışırken buluyor kendini. Dışarıdan bakınca şehre hüzün hakimmiş gibi geliyor, içinize oturuyor o delik deşik evler, gözünüzde canlanıyor savaş. Hayat her ne kadar normal akışında olsa da, öfke okunuyor sanki herkesin yüzünden ...

7 Temmuz 2011 Perşembe

Dublin'de Bir Lezzet Duragi: ELEPHANT & CASTLE

 Ne zaman gittik, gezdik, gördük : 11 Ocak 2011

Summary: Elephant & Castle is a restaurant which located in the Temple Bar area in Dublin. I suggest you to eat their very popular and delicious chicken wings with fingers. No worries, they bring you a cup of water to clean your fingers as well.                                                                                         
Dublin - Irlanda

Dublin'e yolum bir is toplantisi nedeniyle düstü. Ucusun toplanti gününün öncesinde olmasi bana kesif icin yaklasik 3-4 saat veriyordu. Otel resepsiyonundan nerede yemek yenir, aksam aksam neresi görülür diye biraz bilgi edinip, Dublin haritasini da yanima alinca, basladim sehir turuna. Harita takip etmekte aslinda hic de fena olmamama ragmen resepsiyondaki kizin tavsiye ettigi The Castle'i bulamadim. Ertesi gün önüme ciktiginda aslinda sorunun bende olmadigini yanlis tarife kurban gittigimi anladim. Ama olsun hic problem degildi:) The Castle'i bulamayinca The Temple Bar diye bilinen barlar sokagina dogru ilerledim.Burasi bildiginiz barlar sokagi; barlar, restoranlar ve hediyelik esya dükkanlariyla tam turistleri ceken bir nokta. Sonradan Wikipedia'dan ögrendigim kadariyla bu muhit ismini bir zamanlar Trinity College'in dekani sir William Temple dan almis. Bu sokaktaki meshur bar ne zaman, ne kadar ünlü oldu, hikayesini bilmiyorum ama hazir gitmisken bir fotografini cekmezsem olmaz dedim:)