Ne zaman gittik, gezdik, gördük : 10 Nisan 2009
İzmir'e doğru seyahatimizi planlarken, Şirince hep aklımızdaydı...Gidilip görülesi bir yer olduğunu senelerdir duyar, oraya gidenlerin getirdiği meyveli şarapları zevkle içerdik. Bizim seyahatimiz ise bahara kısmetmiş... Belki de en güzel zamanıdır...
Baharın renkleriyle dolu çiçekli yamaçlardan devam ederek ulaştik Şirinçe'ye... Ve yaklaştıkça yamaca sıralanmış küçücük beyaz evler gözümüze ilişti.
Ufacık bir yerdi karşımıza çıkan, ve daracık sokaklarında yürümek çok zevkli olacaktı. Hemen arabamızı park edip ara sokakları dolaşmayı tercih ettik. Ve fotoğraf makinemizi de sırtımıza asıp başladık sokakları içimize sindirmeye...
Bizi ilk olarak, köyün sıcaktan sıkılmış, gölge bulduğu yerde uzanan sevimli köpekleri karsıladı. Hatta bir tanesi onlara gösterdiğimiz ilgiden hoşlanmış olacak ki, bize köyünü gezdirmeyi teklif etti:-) (bunu her gelen turiste yapıyorlarsa da biz kendimizi yine de şanslı saydık:-))
Hemen ardından sevimli mi sevimli yaşlı bir teyze karşıladı bizi, tam da evine gitmek üzereydi ve bize kendi eliyle toplayıp kuruttuğu kekikleri göstermek istedi. Teyzemin evi Şirince'nin oldukça yukarısındaydı, ama iyiki de peşine takılıp gitmişiz. Mis kokulu kekikleri aldıktan sonra, o manzarayı görüp de Şirinçe'yi tepeden gezmeden gitmek olmazdı...
Köy, papatyaların ona doğru süzülüşüyle birlikte tamamen ayaklarımızın altındaydı. Heryer yemyeşildi ve ışıldayan günesin altında, çiçekler ve manzara içimizi huzurla dolduruyordu. Köyün etrafındaki patikayı tepeden aşarak karşı yamaca, Aziz Yohannes kilisesine kadar ulaştık. Burası yakın bir zamanda restore edilerek ziyarete açılmış. Ayrıca köyde halen restore edilmekte olan bir başka kilise daha var...
Ve uzun bir yürüyüşün ardından kurt gibi açıkmıştık. Yerlilerin tavsiyesiyle gittiğimiz küçük bir restoranda, kuru-pilav hasretimiz depreşti. Asıl güzel olan belki de siparişimizin hemen öncesinde ikram edilen soğan, turşu, zeytin ve biber dolması dörtlüsüydü... Yemeğimizi de yedikten sonra artık İzmir'e dönme vakti yaklaşti, ama oradan şarap almadan gidemezdik. Biz de herkes gibi yapıp önce şarapların tadlarına bakıp sonra, yine ve bir kez daha ahududulu şarabın favorimiz olduğunu anlayıp yanımıza bir şişe aldık.
Şimdi ise Şirince'ye dair aklımızda kalan tüm bu güzel şeylerin yanısıra, bir de kücük negatif bir ayrıntı var. Ne yazık ki yerli halkın, tezgahlarından çıkarak, yoğun ilgi ile birşeyler satmaya çalışması ve sürekli para kazanma telaşında olması... Sanırım köyün fazla turist akınına uğramasından dolayıydı bu. Belki de sezon yeni açıldığı ve biz de ilk turistlerden olduğumuz için üstümüzde bu kadar baskı hissetmişizdir. Yine de bu kücük detaya rağmen ılık bir bahar gününde Şirince'de olmak güzeldi...
Bu yaz ailemle Bodrum tatili sonrası İstanbul' a giderken merak edip uğradığımız ancak hediyelik eşya satan dükkanların olduğu sokakta bir dükkana doğru resim çekerken esnaf bir bayandan çirkince ve terbiyesizce bir tavırla, "izin almadan buranın resmini çekemezsiniz hemen o resmi silin" gibi tepki gördüğüm ve bu tepkiyi 20 den fazla ülke görmüş ve hiçbirinde bunun gibisine rastlamamış, bırakın bunu tam tersine objektife poz veren insanlarla karşılaşmış olan bana , o tarih ve saat itibari ile aklımdaki ve gönlümdeki tüm güzelliklerini yitiren yer Şirince. Ne kadar acı değil mi? Bir kötü tavır insanın gönlünden neler alıp götürüyor. Tek tesellim etraftaki benim gibi turistik amaçla gelen insanların ve birkaç esnafın benimle beraber o bayana gösterdiği doğru tepki idi. Bloğunuzu beğendim. Bende bir blog sahibiyim ve küçük çapta uğraşıyorum şu an. Beklerim http://everytingilike.blogspot.com/
YanıtlaSil